HIZLI ERİŞİM

NE ARAMIŞTINIZ ?

Hindistan'da Üç Durak

Hindistan'da Üç Durak

Hindistan dünyada Endonezya’dan sonra en kalabalık Müslüman topluluğunun yaşadığı bir coğrafyadır. Pakistan’ın ve Bangladeş’in ayrılmasına rağmen Hindistan’da yaklaşık olarak 170 milyon Müslüman yaşamaktadır. Hindistan tarihinde de Müslümanların belirgin bir yeri vardır. Kurdukları devletlerden şu an ki Hindistan topraklarına büyük bir tarihi miras kalmıştır.

Müslümanların Hindistan kültürüne en belirgin katkıları hiç şüphesiz mimari alanda olmuştur. Kurdukları devletlerden kalan mirasın büyük bölümü silinmiş olsa da şu anki Hindistan topraklarında taş ve ahşap işçiliğinin birbirinden güzel yüzlerce örneğiyle camiler, saraylar, türbeler ve medreseler ilk günkü ihtişamlarıyla varlığını sürdürmektedir.

Cuma Camii

Motor gürültüsünün etrafı sardığı, üç tekerleklilerin son hamlelerle çarpışmaktan kurtulduğu karmaşık bir sokağın ucunda Hindistan’ın en büyük camisi olan Cuma Camii’nin soğan tipli dev kubbeleriyle karşılaşıyoruz.

Eski Delhi’nin dar sokaklarında akan kalabalığın arasında yolunu kaybetmeden yürümek oldukça zorluyor bizi. Kaldırımlara serilmiş meyve tezgâhlarındaki rengârenk meyvelere çarpmadan, yere öylece yığılmış dağınık satılık elbiselere basmadan yürümek hayli zor. Kendi içinde bir intizamı olan bu karmaşada yürürken sağlı sollu ağaç diplerine dikilmiş etrafı temizlenmiş Tanrıların çokluğu dikkatimizi çekiyor. Yanımıza yaklaşan biri önünde durduğumuz tanrının kendisine ait olduğunu anlatıyor. Yolun kenarına kurulmuş küçük bir tapınağın biraz uzağında durarak devam eden ritüeli takip ediyoruz. Biri geliyor tapınağın önündeki boş alana ipte sallanan çana vurarak giriyor. Tapınağın dar kapısından içeriye bakıyor ve orada bulunan iki kişiyi selamlıyor. Kapının yanında içi kırmızı kadife kumaşla örtülmüş geniş bir pencere var. Pencerenin iç kısmında bulunan tanrı ve tanrıçanın hemen önüne yanında getirdiği meyve suyunu daha önce bırakılmış hediyelerin yanına bırakıyor. Diz çöküp kısa bir süre duada bulunuyor. O ayrılırken içeride bulunanlardan biri çıkıp bırakılan hediyeleri topluyor.

Motor gürültüsünün etrafı sardığı, üç tekerleklilerin son hamlelerle çarpışmaktan kurtulduğu karmaşık bir sokağın ucunda Hindistan’ın en büyük camisi olan Cuma Camisi’nin soğan tipli dev kubbeleriyle karşılaşıyoruz. Cuma Camisi’nin ona bağlanan sokaklardan yüksekte olması, giriş kapılarının görkemli olması ve kapılara otuz beş yüksek kumtaşı basamaktan tırmanarak ulaşılması caminin ihtişamını arttırıyor.

Caminin Doğu, Kuzey ve Güney olmak üzere üç kemerli giriş kapısı var. Kapıda camiyi anlatmak için bekleyen rehberlerden önce görevlinin biri üzerine gelişi güzel bir şeyler karalanmış küçük kâğıtları fiş niyetine ücretini alarak elimize tutuşturuyor.

Geniş kum taşlarıyla kaplı avlunun ortasında kenar yükseltilerinin az olduğu neredeyse avluya gömülü dikdörtgen bir havuz bulunmakta. Avlunun revaklarla çevrili köşelerinde üstleri sütunlara oturtulmuş mermer kubbelerle örtülü dörtgen kuleler avluya ayrı bir derinlik katıyor.

Avlunun batısında bulunan ana ibadet mekânı; ucuna doğru daralan, kırmızı şeritlerin kestiği beyaz mermerden, üç soğan kubbenin altında ortadaki geniş mekândan ve yanlarına ekli üçer bölmeli kanatlardan oluşuyor. Üç soğan kubbenin sağ ve sol ucunda beyaz mermer şeritle dikine bölünmüş kiremit rengi üç katlı minareler bulunmakta.

Caminin ana ibadet bölümüne kemerli revakların altından yan kanatlara ve köşelerinde iki küçük minare bulunan abidevi ölçeklerde yüksek ve sivri kemerli kapıdan giriliyor. Ana kapının yanlarında sütunların böldüğü beşer giriş ve üzerlerinde avludan okunabilecek büyüklükte beyaz mermere siyah harflerle yazılmış farklı ayetler göze çarpıyor. Girişteki ve iç bölmelerdeki sütunların diplerine oturmuş bir kısmı ibadetiyle meşgul bir kısmı muhabbeti koyulaştırmış Müslümanların Cuma Camiine ailecek geldiklerini görebiliyorsunuz. Ana ibadet mekânının tam karşısına düşen revakların arasından Kızıl Lale Sarayı’nı seyretmek mümkün. Adı gibi, rengi de kırmızı olan Kızıl Lale Sarayı üç yüz elli yıllık, Hindistan’ın en büyük kalelerinden.

Sol taraftaki küçük odanın önünde biriken kalabalığın belli vakitlerde gösterilen Kutsal Emanetleri görmek için beklediklerini öğreniyoruz. Aralarına karışıp biz de beklemeye başlıyoruz. Odanın daracık penceresi açıldığında kutsal emanetleri görmek için yaklaşıyoruz. Kuran’ı Kerim’in ilk nüshalarından birini sayfalarını dikkatlice çevirerek gösteriyor görevli. Sonra Sakalı Şerifi gösteriyor. Bu gösterinin bir ücretinin olduğunu öğrenene kadar orada duruyoruz. Kutsal emanetlerin bir müze parçasıymış gibi sergilenmesi ve ücrete tabi tutulmasının verdiği rahatsızlıktan kurtaramıyoruz kendimizi. Kadınlarla erkeklerin havuzun başında, yan yana oturup bulanık sudan abdest almalarına da şaşırıyoruz.

Benzersiz Dünya Harikalarından: Kutup Minare

Türk Sultanı Kutubuddin Aybek tarafından inşa ettirilen 75 metre uzunluğundaki Kutup Minare (Kubbet-ül İslam),Hindistan’ın ilk İslami eseri olarak biliniyor.

İlk ziyaret denememiz bir gün öncesiydi. Trafiğin yo- ğunluğunu hesap etmemize rağmen beş altı kilometrelik yolun üç saat süreceğini de düşünememiştik. Kutup Minare’ye vardığımızda karanlık basmıştı. Ziyaret için tekrar zaman ayıramayacağımızdan avlusuna girmek için şartları zorlasak da işe yaramadı. İyi ki de o saatte ziyareti gerçekleştirememiştik. Çünkü öbür gün burayı tekrar ziyaret etmek fırsatı bulduğumuzda karanlıkta neleri kaçıracağımızı anlamıştık.

İslam sanatının yüzlerce eşsiz örneğinin bulunduğu Hin- distan’da, Türk Sultanı Kutubuddin Aybek tarafından inşa ettirilen 75 metre uzunluğundaki Kutup Minare (Kubbet-ül İslam), Hindistan’ın ilk İslami eseri olarak biliniyor. Kutup Minare’nin yanında Hindistan’da yapılan ilk Cami olarak bilinen Kuvvet-ül İslâm Camii bulunuyor. İslam’ın kuvveti anlamına gelen Kuvvet-ül İslâm Camii şu an harabe halinde. Bu görünüşüyle bile dünyanın en muhteşem yapılarından birisidir diyebiliriz. Kuvvet-ül İslâm Camii’nin geniş avlusu içinde Delhi’nin semalarına doğru yükselen Kutup Minare, Hindistan Müslümanla- rının soylu anıtlarından biridir. Orta Çağın ünlü gezgin ve yorumcusu İbn Batuta Kutup Minare için “Diğer İslâm topraklarında bir benzeri bulunmayan dünyanın harikalarından biri” diye söz eder.

Kutup minare, V. yüzyıldan kalma demir sütun, harabe halindeki Kuvvet-ül İslâm Camii ve yine harabe halinde olan medreseler geniş bir arazinin üzerine kuruludur. Kırmızı kum taşı ve ak mermerden yapılmış beş katlı minarenin yivli gövdesindeki inanılmaz el işçiliği minarenin ihtişamını arttırıyor. Yüksekliği 73 metre, taban çapı 15, tepe çapı 2.5 metre olduğunu öğrendiğimiz minarenin çevre genişliği yukarıya doğru daralıyor. İlk üç kısmı kırmızı kum taşından diğer iki kısmı ise mermer karışımdan yapılmış. İlk bölümde yirmi dört yuvarlak ve düz yiv var. Dört şerefesi, her bölümde şerefelere açılan birer kapısı bulunuyor.

Gövdesinde geniş yazı bantlarıyla kaplı ilk iki katı büyük Arapça harflerle Kuran Ayetlerini içermektedir. Minarenin yukarı doğru daralması Buhara ve Semerkand mimarisini hatırlatıyor. Orta Asya’da görülen örneklerle benzerlikler taşıması Türk-İslam sultanlıklarının Hindistan topraklarına varışını kutlayan bir zafer anıtı olduğu bilgisi de rehberimiz tarafından bize aktarılıyor. Caminin avlusunda 5. yüzyıldan kalma demir sütunun, aradan asırlar geçmiş olmasına karşın hâlâ paslanmamış olmasının sırrı hala çözülebilmiş değil.

Dünyanın İncisi: Tac Mahal

Tac Mahal’in yapımı sırasında dönemin neredeyse bütün büyük medeniyetlerinin katkısı alınmış. Bağdat’tan hattat ustası, Buhara’dan kakma ustası, İstanbul’dan kubbe ustası, Semerkand’dan minare yapımcısı, Kandahar’dan taş ustası, Şiraz’dan çizim ustası getirtilmiş.

Tepeden tırnağa arandıktan sonra Tac Mahal'in dış avlusuna giriyoruz. Dış avlu geniş yolların bulunduğu etrafı kiremit rengi taşlardan örülmüş, baştanbaşa uzun revakların uzayıp gittiği, duvarların üstlerinde soğan kubbelerin olduğu, içinde büyük ağaçların bulunduğu geniş bir bahçeden oluşuyor.

Tac Mahal'in iç avlusuna açılan kapının, bir kadının yü- zünü örten ve nazikçe açılması gereken bir peçe olduğu düşünülüyor. Daha kapıdan girilirken Tac Mahal’in gör- kemli silueti aniden bütün ihtişamıyla karşımıza çıkıyor.

Avluya çıktığımızda dikdörtgen bahçe önümüzde baktıkça uzuyor ve genişliyor. Avlunun merkezindeki havuz, dört ana yöne doğru uzanan su kanalları ile genişletilmiş. Tac Mahal, avlunun kuzey ucunda, yüksek bir terasın üzerinde yer almakta. Beyaz mermerden olan yapı kare planlıdır.

Kubbenin bir yanında cami, diğer yanında simetriyi bozmamak için inşa edildiği tahmin edilen, yine camiinin mimarisiyle aynı olan bir başka yapı vardır. Bu yapının şu an kullanılmayan bir konuk evi olduğu söyleniyor. Cami ise Cuma günleri Cuma namazı kılmaları için sadece Müslümanlara açılıyor.

Bu sanatın ustalarından birinden mermere nakşedilen bu değerli taşların her renginin başka ülkelerden temin edildiğini öğreniyoruz. Getirilen renkli taşların küçük parçalar halinde işlenmesi, üzerine nakşedilen mermerin oyulması uzun süreler gerektiriyormuş. Ağra’da ve bütün Hindistan’da bu sanatla uğraşan ustaların az olduğunu söylüyor. Şah Cihan, türbe bittikten sonra baş mimarın ve bu sanatı icra edenlerin ellerini kestirmiş. Bu sanat o hadiseden kaçabilen birkaç ailenin gizliden sürdürmeleriyle devam etmiş. Bir sehpa üzerindeki mermer parçasının tamamlanmasının bir ustanın en az üç ayını alması bu sanatın ne denli zahmetli olduğunu gösteriyor.

Bir sehpa üzerindeki mermer parçasının tamamlanmasının bir ustanın en az üç ayını alması bu sanatın ne denli zahmetli olduğunu gösteriyor

Hindistan’daki en önemli İslam eserlerinden biri de dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen ve Babür sultanlarından Şah Cihan’ın, eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı Tac Mahal’dir. Ağra kentinde bulunan şaheser, insan gücüyle inşa edilmiş en güzel yapı olarak kabul edilir.

Ağra, başkentten yaklaşık olarak altı saat mesafede. Ağra yolu uçsuz bucaksız, geniş ovalardan geçiyor. Tarımla uğraşan halkın yerleşim yerlerinin bir kısmını yoldan görmek mümkün. Deve sürülerinin arasındaki çocukları gördüğümüzde aracımızı durdurup biraz etrafı seyrediyoruz. Şoförümüz geçtiğimiz yollarla alakalı bize bilgiler veriyor. Mola verdiğimiz bir yerde traktör römorkuna monte edilmiş seyyar bir tapınakla karşılaşıyoruz. Mola vermiş bazı yolcular tapınağı ziyaret ediyor. Böl- geyi gezen tapınağın şoför mahallinin üzerine büyük bir hoparlör de monte edilmiş.

Ağra dıştan içe doğru karmaşanın ve kalabalığın arttığı bir şehir. Sokakların kalabalık olmasının yanına baraka dükkânların önlerindeki hareketlilik de eklenince etrafı seyretmek imkânsız hale geliyor.

Uzaktan Tac Mahal'i görüyoruz. Ağra’nın görüntüsüyle Tac Mahal’inki birbirine zıt görüntüler. Tac Mahal karmaşık bir taşra şehrinin ortasında inci gibi parlıyor. Yapımı sırasında dönemin neredeyse bütün büyük medeniyetlerinin katkısı alınmış. Bağdat'tan hattat ustası, Buhara'dan kakma ustası, İstanbul'dan kubbe ustası, Semerkand'dan minare yapımcısı, Kandahar'dan taş ustası, Şiraz'dan çizim ustası getirtilmiş. Tac Mahal'in esas mimarının kim olduğu hakkında birçok görüş ileri sürü- lür. Bazı araştırmacılar Venedikli Jeromino'nun olduğunu iddia ederken bazıları da Şah Cihan'ın gözde ustası mimar Ahmet'in olduğunu kabul ederler. Bu eserin yapılmasında önemli katkıda bulunanlardan biri de Mimar Sinan’ın çırağı mimar Muhammet İsa Efendi’dir.

Bu gösterişli eserin yapımında parlak, ince mavi damar- ları olan beyaz mermer kullanılmış. Yapının içindeki ve dışındaki işlemelerde Kur'an’dan birçok ayet bulunmak ta. Tac Mahal'in duvarlarında akik, sedef ve firuze gibi taşların yanında zümrüt, yakut, pırlanta ve inci de kullanılmış.

Türbenin dört köşesinde  beyaz  mermerden  yukarı- ya doğru hafifçe daralan yuvarlak biçimli dört minare var. Güney kapısından başlayarak sıra ile batı, kuzey ve doğu kapılarına, her kapının sağ kenarından başlamak üzere Yasin Suresinin tamamı İstanbullu Hattat Serdar Efendi tarafından yazılmış.

Türbenin içi, lâcivert taş, akik ve firûze gibi kıymetli taşlarla yapılmış çiçek, demet ve tezyinatlı yazılarla süslü. İçinde birbirlerine koridorlarla bağlı beş oda var. Büyük odada Mümtaz Mahal ve Şah Cihanın kabirleri bulunmakta.

Tac Mahal’deki mermer sanatını diğer mermer sanat- larından ayıran  en  önemli  özellik  mermerin üzerine nakşedilen desenlerin rengi yine başka değerli taşlarla oluşturulmasıdır. Bu mermer sanatının peşine düşerek hâlâ bu sanatı Ağra’da devam ettiren birkaç ustayla görüşüyoruz. Mermerlerin işlendiği atölyelere gidiyoruz.

Bu sanatın ustalarından birinden mermere nakşedilen bu değerli taşların her renginin başka ülkelerden temin edildiğini öğreniyoruz. Getirilen renkli taşların küçük parçalar halinde işlenmesi, üzerine nakşedilen mermerin oyulması uzun süreler gerektiriyormuş. Ağra’da ve bütün Hindistan’da bu sanatla uğraşan ustaların az olduğunu söylüyor. Şah Cihan, türbe bittikten sonra baş mimarın ve bu sanatı icra edenlerin ellerini kestirmiş. Bu sanat o hadiseden kaçabilen birkaç ailenin gizliden sürdürmeleriyle devam etmiş. Bir sehpa üzerindeki mermer parçasının tamamlanmasının bir ustanın en az üç ayını alması bu sanatın ne denli zahmetli olduğunu gösteriyor.

E-Bülten Üyeliği Yenilikler ve gelişmelerden haberdar olmak için e-bültene üye olun.