23 Kasım 1992'de Mölln'de ırkçı Neo-Nazi terör örgütünün saldırısı sonucu hayatını kaybeden vatandaşlarımızı rahmetle anıyoruz.
Mölln Katliamı
23 Kasım 1992 gecesi Michael Peters ve Lars Christiansen’ın Mölln’de kundakladıkları evden Yeliz’le beraber, 14 yaşındaki Ayşe Demir ile 51 yaşındaki Bahide Arslan’ın cenazeleri çıktı. 22 Kasım’ı 23 Kasım’a bağlayan gece Michael ve Lars önce Ratzeburgerstr’da bulunan Türklere ait binaları sonra Arslan ailesinin evini ateşe verirler. İtfaiye ekiplerinin Arslan Ailesini kurtarmaya gelmesi, Ratzeburgerstr’daki yangın yüzünden saatlerce gecikir ve üç Türk yanarak can verir. Nihayetinde ekipler içeri girdiklerinde, 6 saattir duman soluyan ve babaannesi Bahide Arslan’ın ıslak battaniyelere sarıp masanın altına soktuğu İbrahim Arslan’ı ağır yaralı bir halde bulurlar. Ayten Arslan ise oğlu Emrah’ı ıslak battaniyeye sarıp yedi metre yükseklikteki camdan atlar. İki sene süren tedavisinden sonra sakat olarak hayatta kalmayı başarır.
Dost ve kardeş ülke Kazakistan'ın Bağımsızlık Günü kutlu olsun.
Mevlana Celaleddin Rumi
Belh’ten Konya’ya göçen ve Konya’da kısa zamanda halkın sevgilisi olan Mevlana Hazretleri, medeniyetimizin en önemli İsimlerinden biridir. Konya’da fakihlik yapan Hazret, kendisinde “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” ifade ettiği Şems-i Tebriz’iyle karşılaştıktan sonra bir süre inzivaya çekilir. Şems’in göçmesinden sonra Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi ile muhabbetine devam eder. Seyyid Burhaneddin Tirmizi’den tasavvuf ilmini tedris eden Mevlana 17 Aralık 1273 yılında Hakk'ın rahmetine kavuşur. Cenaze namazını kıldırmasını vasiyet ettiği Sadreddin Konevi, Mevlana’ya olan muhabbetinden cenazede bayılır ve cenazeyi Kadı Siraceddin kıldırır. Cenazesinde Müslümanlarla birlikte Hristiyanlar ve Yahudiler de hazır bulunmuştur. Molla Hüdavendigar olarak da anılan Mevlana Celaleddin-i Rumi, Anadolu’yu ve tüm dünyayı İslam nuruyla mayalayan büyük bir gönül sultanıdır
İmam Gazzali
Asıl adı Ebu Hâmid Muhammed el Gazzali’dir. Tus sehrinde doğdu. Yaşadığı dönem siyasî bakimdan çalkantılı; fakat ilmî hayat bakımından İslâm dünyasının ve hatta o günkü dünyanin en parlak dönemini teşkil eder. Gazzâlî, yalnız döneminin değil, bütün İslâm düşüncesi tarihinin en önde gelen düşünürlerindendir. Ehl-i sünnet inancına yaptığı hizmet, kendisine Huccetü’l-İslâm lakabının verilmesine sebep olur. Fıkıhta Şâfiî, kelâmde Eş’ariyye ekolünü benimsemiştir. İmam Gazzali, hakikati bulmak isteyen insanın dörde ayrıldığına inanır. Bunlar felsefeciler, kelamcılar, sufiler ve batınilerdir. Kendisi sufilerin yolunu izleyerek tasavvufa yönelir ve bu süreci El-Münkız Mine’d Dalal adlı kitabında anlatır. Yunan felsefesine göre İslam’ı okumanın ve Kur’an ayetlerini gizemli tefsirlerle saptırdığını düşünen Bâtınilerin zararlarıyla mücadele eder. Mantık ilminin birçok yanını ise İslam din bilimlerine sokar. Aklın yerine sezgiyi koyan Gazzâlî’nin ilimleri değerlendirişi, din-ilim ve din-felsefe ilişkileri gibi bugün de tartışılan hususlara çağını aşan cevaplar vermiştir. Gazzali’ye göre, matematik, geometri ve astronomi gibi ilimlerin ilgilendiği meseleler, aklî delillerle ispat edilen konular olup, ögrenildikten sonra inkâra mahal bulunmayan hususlardır. Eserlerini her seviyeden insanın anlayacağı şekilde yazan Gazzali, 18 Aralık 1111’de, doğduğu Tus şehrinde Hakk’ın rahmetine kavuşur.
İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'u rahmet ve saygıyla anıyoruz.
Mehmet Akif Ersoy
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilinçe,
Günler şu heyulayı da, er geç, silecektir.
Rahmetle anılmak,ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım,kim beni,nerden bilecektir?
İlk ve orta tahsilini Fatih semtinin mekteplerinde tamamlayan Akif, geleceğini babasının görüşlerinden etkilenerek oluşturdu ve Mülkiye’ye kaydoldu. Üç yılın ardından Baytar Mektebi’ne kaydolan genç Mehmet Akif, bir taraftan hocası Rıfat Hüsamettin’in etkisiyle Pasteur’a hayranlık duymakta, diğer taraftan güreş tutarak bedeninin zindeliğini korumaktaydı. 1893’te mezun olmasının ardından, ilk eseri yedi beyitlik gazeli Servet-i Fünun’da yayınlandı. Dört yıl boyunca Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli yerlerinde görev yaptı. Meşrutiyetin ilanından on gün sonra, o zamanlar gizli bir cemiyet olan daha sonra ise partileşecek İttihat ve Terakki’ye üye oldu. Derneğin yemini içerisinde yer alan kayıtsız ve şartsız itaat ibaresini “sadece iyi ve doğru olanlara” itaat edeceğini söyleyerek değiştirdi. Akif, 1908’de Darülfünun’da Edebiyat-ı Osmaniye dersleri vermeye başladı. Aynı yıl Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. 1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nde halka konuşmalar yaparak aktif görev üstlendi. Teşkilat-ı Mahsusa’daki görevi nedeniyle Almanya’ya ve sonrasında İngiliz kışkırtmalarını önlemek amacıyla Arabistan’a gitti; buradaki görevi esnasında Çanakkale Zaferi'ni haber alan Akif coşkuyla "Çanakkale Destanı" şiirini kaleme aldı. Ülkeye döndükten sonra Milli Mücadele'ye destek vermeye devam etti. 24 Nisan 1920’de Mustafa Kemal’in davetlisi olarak Ankara’ya geldi. 12 Mart 1921 Cumartesi günü, 17.45’te İstiklal Marşı ulusal marş olarak kabul edildi; Akif beş yüz liralık ödülünü Dar’ül Mesai Vakfı'na bağışladı. 1926 yılında Mısır’a yerleşti ve burada Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1936 yılında Mısır’dan İstanbul’a hasta olarak gelen Akif aynı yıl 27 Aralık’ta Hakk’ın rahmetine kavuştu.